Yasak
Geçen gün kızım bana bir soru sordu:
“Anne biliyorsun, şimdi anne karnında
bebeğin sağlıklı ya da sakat olduğu tespit edilebiliyor.
Tespit edildiğinde ise bebeğin yaşam hakkına anne adayı karar veriyor. Böyle bir durumda
sen nasıl karar verirdin?”
Tespit edildiğinde ise bebeğin yaşam hakkına anne adayı karar veriyor. Böyle bir durumda
sen nasıl karar verirdin?”
Ben de, “Allah böylesi bir durumu hiçbir anneye yaşatmasın kızım, çok zor!” dedim.
“Anne söylesene ne olurdu kararın?” diye üsteleyince, birbirlerinden farklı kareler canlandı
gözümde: Odasının ulaşamadığı açık penceresinden sokakta top oynayan yaşıtlarının neşeli seslerini işiten mutsuz bir çocuk, onun o mutsuzluğunu görüp yüreği çaresizce yanan bir anne, şartların engeline takılmış engelli zorlu bir hayat!
Bir diğer karede tam tersi bir durum; hayatı olduğu gibi kabul etmiş, hayatın sadece
görüntüden ibaret olmadığını özümsemiş, kendi oyunlarını keşfetmiş, mutluluğun da bir şekle dayanmadığını, asıl engelin beyinlerde başladığını bilen mutlu bir anne ve mutlu bakan bir çocuk.
Başka bir karede; kürtaj masasına bebeğiyle birlikte masumiyetini de bıraktığına inanan,
bebeğinin ve masumiyetinin yerine suçluluk duygusunu yanına alıp o masadan kalkarak ömür
boyu bu suçluluk duygusunun altında ezilen yara almış bir ruhla yaşamak zorunda olan bir kadın...
Gözümde canlanan son kareden sonra ürperdiğimi hissettim.
“Ben asla bebeğimin yaşam hakkını elinden alamam!” dedim. “Böyle bir hakkım olduğunu
düşünmüyorum. Aslında bu hakla hukukla da alakalı değil tamamen vicdani bir durum.
Engelli bebek doğduktan sonra anne ve babanın zorlukları göğüsleyebilecek kadar güçlerinin
olup olmadığıyla alakalı. Ben yapamam. Şükür ki Allah beni böyle bir sınava tabii tutmadı.”
Ne tesadüftür ki kızımın soru sorduğu gün akşam haberlerinde Başbakan “Uludere” olayını
kürtaja benzetiyordu. Pardon kürtajı “Uludere” olayına benzetiyordu. “Uludere” konusuna
hiç değinmeyeceğim. Bir ihmal söz konusu mu, değil mi, yanlış istihbarat mı, yoksa cinayet
mi? Bir gün olay aydınlanır diye temenni etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor. Giden
canları geri getiremediğimiz gibi. Ben, Başbakan’ın üslup sorununa değinmek istiyorum.
Başa geldiğinden bu yana giderek dozu artan bir fütursuzluk hâkim diline. Uludere’yi
kürtaja benzettiği konuşmasında bir partiyi suçlarken “nekrofil” yani “ölü sevici” diye bir
benzetmede bulundu ki ölü sevici, ölü bir bedene uygulanan cinsel istismar demek.
Defalarca, “Destur, Sayın Başbakan!” demek geliyor içimden. “Bu ne kötü bir cümledir?
Siz hakaret etmeden konuşamaz mısınız? Bir Başbakan’ın başkalarını eleştirirken bu denli
hakaret içeren cümleler kurmasını mantığım almıyor doğrusu!”
Aynı konuşmasında bahsettiği kürtajdan ve hemen akabinde gündeme gelen kürtajın
yasaklanması konusuna da kısaca değinmeden geçemeyeceğim.
Bugünlerde ne kadar yasaklardan konuşur olduk. AKP iktidarının gündeminde şimdi de
sezaryen, kürtaj gibi meseleler var. Bakalım bir sonraki yasak ne olarak karşımıza çıkacak.
Benim bildiğim bazı yasaklar teşvik içerir. Kürtaj konusu üzerinde çok düşünülecek bir
konu. Sosyolojik, psikolojik yönleri var. Tecavüze uğrayan kadınları da düşününce kürtaj kaçınılmaz gibi geliyor bana.
Tecavüz demişken hâlâ düşündüğümde tüylerimi diken diken eden henüz on üç yaşındaki
bir kız çocuğunun yirmi altı erkeğe satılması olayı aklıma geldi. Olaydan sonra doktorların
çocuğun oturabilmesi için dört kez ameliyat yapmak zorunda kaldıkları bu akıllara zarar
tecavüz olayı cinayet değil midir Sayın Başbakan? Siz önce yasaların çocuğu koruyamamakta
sınıfta kaldığı davalara bakın ve bu kız çocuğuna sahip çıkın. Kürtaj konusuna geri dönecek
olursak; eğer siz yasaklayarak size göre çözüme gitme yolunu seçerseniz, o yolun sonu
kadın ölümlerine, - sanki ülkede işlenen kadın cinayetleri sorunu çözülmüş gibi, sanki
erkek egemenliğinin barbar gölgesinde yitip giden kadınlarımız yetmezmiş gibi- bazı
kadınlar kürtajı hastanede hijyenik ortamda bir hekime yaptırmak yerine kendileri yapmaya
kalkacak ki bu bir faciayı doğurur. Geçmişimiz kendi kendine düşük yapmaya çalışırken ölen
kadınlarla dolu. Çözüm; toplumu bilinçlendirme, eğitim, daha fazla iş imkânı sağlamak değil midir?”
Başbakan bunları bilmiyor mu? Bir de kürtajın yasaklanması durumunda bu işi karanlık
odalara taşıyacak bazı kimselere rant sağlamaya yarar. Gerçi yasal düzenlemeler yapılarak
kürtajı uygulama zamanını bir ay gibi bir süreyle sınırlandırmadan bahsediyorlar. Bu da işin
kandırmacası. Zaten bir kadın hamile olup olmadığını anlayana kadar kürtaj yaptırma süresini
doldurmuş oluyor. Bu durumda o kadına geçmiş ola!
Bazı yasaklar yasal olmayan yollara kapı aralar dedik değil mi. Bakın yasaklar bana neleri
çağrıştırdı. Düşünüyorum da İran’da ne kadar yasaklanan şey varsa yer altına taşınmadı mı?
İçki, kumar, her türlü eğlence dışarıya yalıtımlı duvarların içinde çatır çatır, gümbür gümbür
yapılmıyor mu? Allah Allah, İran da nereden geldi aklıma şimdi durup dururken?
Başbakan’ın çıktığı kürsülerde siyasi literatürde bugüne kadar yer almamış kendine has bir
üslupla konuşması hepimizin malumu. Şu günlerde dilindeki trend:
“Siz kimsiniz?”
En son gazetecilere söylemişti. Bundan önce de tiyatro sanatçılarına sormuştu aynı soruyu.
“Siz kimsiniz?”
Vallahi sorduklarınızın kim olduğu belli; kimi gazeteci kimi sanatçı, bir de halkın sizi
eleştiren tarafı. Evet, onların kim oldukları belli de ya sizin Sayın Başbakan, peki siz kimsiniz?
Gözümüzün içine baka baka; “Biz kimsesizlerin kimsesi, sessizlerin sesiyiz, bedelli askerlik
yasasını çıkarmak bana yakışmaz!” diyen Başbakan mı? Yoksa bedelli askerlik yasasını bir
çırpıda çıkartan Başbakan mı?
Davos’ta İsrail’e “One minute!” deyip beylik laflar ederek dayılanan mı, yoksa bir Yahudi
kuruluşundan “Üstün Cesaret Ödülü” alan mı?
Kamu spotlarında anneler babalar özellikle kızlarınızı okutun çocuklar bizim geleceğimizdir
diyen mi, yoksa 4+4+4 diye eğitim yasası çıkarıp bazı kız çocuklarının eğitim şansını baltalayan mı?
Bizim medeniyetimizde anaların yeri çok saygındır diyen mi, yoksa çiftçisine “Ananı da al git!” diyen mi?
Sanatçıları toplayıp onlardan destek isteyen mi, yoksa sanatçılara, “Siz kimsiniz?” diyen mi?
Sık sık Müslüman kardeşliğinden, Müslüman ülkelerdeki Müslümanların acılarından
dem vuran mı, yoksa bu acıların mimarlarına yani Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin
burunları kanamadan ülkelerine dönmesi için dua eden mi?
Sizin kim olduğunuz konusunda kafamı karıştıran o kadar çok sözünüz var ki!
Sahi, siz kimsiniz?
Nuriye Zeybek
www.hayatadokun.net ' den alınmıştır.
Comments