KOPYASI OLMAYAN FİLM



O gün, her günkünden daha erken kalktı. Zira önceki gece yaklaşık 20 sene evvelki sevgilisinin annesinin vefat haberini okumuştu gazeteden. Özenle hazırlandıktan sonra muhitine yakın bir camide yapılacak olan cenaze töreni için arabasının kontağını çevirdi ve yola koyuldu.
Yaklaşık 500 metre yol aldıktan sonra bir anda arabasını müsait gördüğü bir kaldırım kenarına park ederek yolun geri kalanını yürümeye karar verdi. Zira daha vakti vardı ve bebek adımlarıyla bile yürüse cenaze törenine yetişebilirdi. Yavaş yavaş, salına salına yürürken ister istemez 20 sene evveli geldi gözlerinin önüne. İlk tanıştıkları andan itibaren sanki tekrar yaşıyordu o anları ancak haliyle o heyecan yerini kedere bırakmıştı, sadece görüntüler vardı gözlerinin önünde. Sesler dahi yoktu, sanki sessiz film seyrediyordu, hangi sessiz filme benziyor diye düşünseydi şayet Charlie Chaplin’in “Çocuk” filmine benzetirdi kesin, zira en etkilendiği filmlerdendi ama sinematografisinden öte türü yüzünden olacaktı benzetmesi.

Arada bir görüntü kayboluyor, bazı yerlerde film üzerindeki yanık izleri ve toz toprak gölgeleri görüntünün kalitesini düşürüyordu. Ne de olsa üzerinden çok zaman geçmiş ve belki de gereği gibi korumamıştı filmi. Yine de şanslıydı zira anılarını 16mm üzerine kaydetmişti, şimdiki teknolojiye sahip olsaydı o vakitler büyük ihtimalle hafıza kartına kaydedecek, oradan da DVD’e aktaracak daha sonra DVD çizilecek, hafıza kartını da yeni filmler kaydetmek için boşaltmış olacaktı. Kısacası öyle ya da böyle sessiz de olsa bir şeyler izleyebiliyordu o yıllara ait olan. O yıllara ait olan anılar… O yılların her şeyin değerli ve kaliteli olduğunun o an için en büyük
kanıtlarından biriydi seyrediyor olduğu film. Sonra bir anda film kesildi, görüntü tamamen kayboldu. Yoksa film mi kopmuştu? Şayet öyleyse oje ile filmi tekrar yapıştırması gerekecekti ama öylesine dikkatli yapmalıydı ki bu işi tek bir kare dahi kaybolmamalıydı. Neyse ki film kopmamış sadece ayakkabısının çözülen bağcığı diğer ayağının altında kaldığı için tökezlemişti. Durdu, çömeldi ve bağı çözülen ayakkabısının bağcığını bağladı ve çömelmiş olduğu yerden doğruldu, yoluna devam etti. Zaten tam da bu esnada film kaldığı yerden devam etmeye başladı.

Film her ne kadar uzun metraj da olsa neredeyse finaline gelmişti filmin. Zaten sonunu biliyordu, erkek başrol oyuncusu olduğu filmin. Ama zaten sinemada yeni gösterime giren filmleri de en az iki kez seyrederdi. Bu yüzden filmi yıllar sonra tekrar seyretmek onu hiç sıkmamıştı. Ancak her şeye rağmen film kısa gelmişti. Zira hikayesi uzundu. Düşündü ve hayal meyal hatırladığı bazı anları tam olarak kafasında netleştirememişti, hatırlayamamıştı. Dolayısı ile izleyememişti. Filmin kısa sürede bitmesinin sebebi ayan beyan ortaya çıkmıştı.

Derken film makarasını zihninde bir köşeye usulce bıraktı kutusuna koyarak. Zaten törenin yapılacağı camiye iyice yaklaşmış ve cami önündeki cenaze törenine gelen insanların araçlarının oluşturduğu trafiği fark etmişti. Belki de araçla gelmeyerek en doğru hareketi yapmıştı. “Şayet bugüne kadar verdiğim en mantıklı karar bu ise eski sevgilisinin bir Fransızla evlenmiş olmasının her ikisi için de en doğrusu” olduğunu düşündü ama emin değildi, bugüne değin vermiş olduğu en doğru kararın bu olup olmadığından. Bu nedenle zihnini daha da fazla meşgul etmeme kararı aldı. Kaldı ki belki de asıl düşünmesi gereken şey eski sevgilisi ile karşılaştığında ne hissedeceğiydi, daha da önemlisi eski sevgilisinin tavrı olacaktı? Ya da Fransız kocasının tavrı ne olacaktı? Gidiyor olduğu yerin bir cenaze töreni olduğunu hatırlayarak saçma bulduğu bu düşünceleri uzaklaştırdı kafasından.

Derken, yanlarından geçmekte olduğu üçü kız, ikisi erkek ortalama sekiz yaşlarındaki çocuklardan erkek olanlarından biri koşarak önüne dikildi ve o anda yanlarından geçen belediyenin haşaratlara karşı ilaçlama yapan kamyonetinin arkasından bırakmakta olduğu dumanı işaret ederek:

“Amca gökyüzüne parfüm mü sıkıyorlar?” dedi. O da çocuğun bu sorusuna karşılık olarak:
“Bir kere amca değil, ağabey!” dedi. Çocuk biraz çekinerek:
“Özür dilerim, ağabey!” dedi. Tebessüm ederek, çocuğun saçlarını okşadı ve “Evet, gökyüzüne parfüm sıkıyorlar, daha güzel koksun diye buralar.” dedi.

Halbuki ayan beyan yalan söylemişti çocuğa ama kime ne zararı vardı ki bu yalanın. Zaten yaşının ilerlemesi ile birlikte -çocuk düşünmedi tabi ki bunları- ama çok daha ciddi konularda yalanlarla karşı karşıya kalmayacak mıydı, durum bundan ibaretti. Çocuk da zaten aldığı cevabı  paylaşmak üzere koşar adımlarla çömelerek oyun oynayan arkadaşlarını yanına gitti. O da çömeldi ve anlatmaya başladı arkadaşlarına öğrendiğini, belliydi hallerinden ne kadar heyecanlı ve mutlu oldukları.

Çocuklar durumu bundan ibaretken caminin avlusuna girmişti bile. Gözü, insanlara çaktırmadan eski sevgilisini arar olmuştu ve tahmin ettiği gibi en ön safta tabutun önünde duruyordu. Siyah elbisesi ve güneş gözlüğüyle, yanındaki de ablasıydı. O ise genelin aksine bembeyaz giyinmişti. Çıt çıkmıyordu caminin avlusunda, herkes ne kadar da metanetliydi. Sonra gözleri eski sevgilisinin Fransız kocasını arar oldu ancak göremedi. Hatta tipi Fransıza benzeyen tek bir erkek yoktu caminin avlusunda. Derken imamın talimatları ile cenaze namazı başladı ve bitti. Eski sevgilisi ayaküstü taziyeleri kabul etmeye başlamıştı, baş sağlığı dileyen ayrılıyordu caminin avlusundan. O kadar kalabalıktan kala kala en fazla on beş kişi kalmıştı. Karar veremedi, baş sağlığı dileyip dilememe konusunda. Bu arada sayı dokuza düşmüştü. En sonunda baş sağlığı sebebi ile de olsa diyaloga girmemeye karar verdi. Zira o kadar sene geçmiş, herkes kendi yoluna gitmiş, hayatın farklı yerlerindeki yerlerini almıştı. “Şimdi manası yok, tekrar ortaya çıkmanın.” dedi kendi kendine. Zaten cami avlusundaki kalabalıktan kala kala son üç kişinin içerisindeydi.

Sayı azaldıkça dikkat çekme olasılığının artacağını düşünerek yüzünü saklama çabası içerisinde hızlıca cami avlusunu terk etti ve park etmiş olduğu arabasının yolunu tuttu.

Dönüş yolunda aklındaki tek soru işareti gelirken seyrettiği filmi ne yapacağıydı. Film makarasını zihninde koyduğu yeri çok iyi biliyordu, hatta elinden geldiğince tozunu alarak kutusuna yerleştirmişti. Şimdi acaba makaradaki filmi bir kibritle yakmalı mıydı yoksa tozunu almış olduğu makarayı depoda ki en izbe yere, en tozlu yere mi koymalıydı?
Bora İNCE
www.hayatadokun.net 'ten alınmıştır.

Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider