Bir Hastalık Belirtisi Olarak Kadına Şiddet


Son 7 yılda kadın cinayetleri %1400 arttı. 29 günlük Şubat ayında bile, 20 kadın öldürüldü.
10 kadına tecavüz edildi. Devletse kadın bakanlığına gerek duymayarak bakanlığı kaldırdı.
Tecavüze uğrayan genç kızlarımıza tecavüzcüsüyle evlenmesi öneriliyor. Tecavüzcüsüyle evlendirilecek kızlardan annelik (!) görevi beklenecek.


Şimdi ne yapsalar bize yaranamadıklarını söyleyecekler. Kadına yönelik şiddet için aldıkları önlemleri, çıkardıkları yasaları görmezden gelmekle suçlayacaklar bizi. Aile içi şiddet konusunda aldıkları önlemleri önemsiyoruz. Aile içindeki kadının ve çocuğun şiddete ve istismara karşı korunmasını sağlamak için çıkardıkları yasaları destekliyoruz. Ancak bu yasalar, sorunun çözümü için yeterli olmadığı gibi başka bir sorunun da açığa çıkmasına neden oluyor. Devlet evli olmayan kadını şiddete karşı korumayacak. Öyle ki son zamanlardaki fiziksel şiddet ve ölümle sonuçlanan saldırılar boşanmış, evli olmayıp ayrılmış kadınlara yönelik… Ve elbette tecavüz… Ve devlet, bütün bunlardan korunmak için evliliği işaret ediyor.

Kadın söz konusu olduğunda ona yönelik işlenen tüm suçlarda ceza indirimi uygulanıyor olması ne kadar ilginçtir! Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek adına olsa gerek, kadına yönelik şiddet neredeyse toplum için suç değil bir rutin olarak görünüyor. Dillere pelesenk bu gibi sözlerin üretildiği bir toplumun, daha demokratik ve daha insani bir noktaya dönüşmesini beklemek, boşuna bir bekleyiş geliyor bazen.

Kadına şiddet uygulayan erkeğin ruhsal olarak hasta olduğu görüşü, genel olarak kabul gören bir görüştür. Buna katılabiliriz. Ancak bu şekilde kişisel düzeye indirgersek kadına yönelik şiddetin toplumsal bir hastalığın sonucu olduğunu göz ardı ederiz. Toplumun önyargılarının, tabu ve baskıcı kurallarının hastalık yayıyor olması, erkeklerin psikolojik olarak bir hastalığı birbirine bulaştırabilir olmasından daha gerçekçi bir sonuç olacaktır.

Önyargı, güce itaat isteği, zayıfın veya sayıca az olanın güçlü ve çok olanın yönetiminde olması gerektiği düşüncesi, fiziksel gücün, zekâya tercih edildiği ilkel dönemden kalan eğilimler (daha çok sayılabilir) gibi sayabileceğimiz konu başlıkları bizi şiddetin kaynağını açıklamakta bir ölçüde yeterli olacaktır. Erkeğin toplumun din, gelenek gibi unsurlarla egemen güç sayılmasıyla diğer taraftaki kadın (sayıca üstün bile olsa) itaat etmeye zorlanır.

Çünkü iş,  kadın ve erkek eşitliğine geldiğinde çoğunluk hâkimiyeti düşüncesi de ortadan kalkar. Zaten başlı başına çoğunluğun mutlak üstünlüğü bile hastalık için yeterli bir bulgudur. Kadına yönelik şiddeti besleyen de yine aynı baskıcı zihniyetin yarattığı kadının erkeğe hizmet etmesini öneren, hatta dayatan algıdır.

Kadın bakanlığının kaldırılmasıyla kadının toplum içindeki tek yerinin, aile kurumu olduğu kesinlik kazanmış oldu. Devletin bu tavrını anlayabiliriz. Çünkü sistem, devletin baskılarıyla ayakta durmuyor mu? Sistem, devletlere, halklara baskı uygulamasını emreder. Devletler de uygular. Devletler sistemi ayakta tutar. Sistemi de en büyük güce sahip olan devlet yönetir. Güce sahip olanın, sonsuza denk mevcudiyeti en önemli şarttır sistemde. Bunun için çok olanın hâkimiyeti ve ataerkil yapı “öteki” kavramını hayatımıza kazandırır. Hele ki o ‘ötekiler’ hakları için mücadele edecek olurlarsa vay hallerine...

Aslında dünyadaki diğer tüm şiddet türlerinin de kaynağı iktidardakinin mevcudiyetini koruma arzusudur. Mahalle kavgası mahalle kabadayısını seçer. Siyasette muhalif düşünceler iktidar tarafından uygulanan psikolojik şiddetle ortadan kaldırılır. Evde kadının başkaldırma ihtimali her gün düzenli olarak ruhsal ve fiziksel şiddetle ortadan kaldırılır. Hak arayan polis copuyla dövülür. Anne çocuğuna, öğretmen öğrencisine otorite sağlamak için şiddete yönelebilir. Dolayısıyla şiddetin kaynağı insanın iktidarı koruma arzusudur. Onun kaynağıysa toplumun güçlüye verdiği aşırı değerdir.

Görülüyor ki şiddetin kime, kim tarafından uygulandığının bir önemi yok. Çünkü asıl sorunumuz bambaşka… Toplumun bu iktidar hastalığının sonucudur şiddet. Yara düşünün. Kanıyor. Bizse sürekli kanamanın dağıldığı yerleri temizliyoruz. Her seferinde temizlense de yara duruyor aslında. Hatta kangren olmak üzere…

Egemen olma arzusunun olmadığı toplumda şiddet olmaz. Ötekiler yaratılmaz. Ancak güce tapınmayı öğütleyen toplumsal normların ortadan kalkmasıyla bu sağlanır. Gün ve gece bile yılda bir kez eşit olabiliyorken, biz insanlar neden birbirimizden farklı yönlerimizi bir üstünlük sayıyoruz? Neden eşit olamıyoruz. Ve bu üstünlüğü neden egemenlik kurma sebebi olarak görüyoruz? Oysa yazın gün üstün, kışın gece… Onların bu üstünlüğünü dünyanın dönüşleri belirliyor üstelik. Oysa bizlerin üstünlüğünü belirleyen hiçbir doğal faktör yok ki.

Biz insanlar birbirimizi tamamlamak için varız. Bir inşaatın çizimlerini zekâsıyla yapan bir mimarın üstünlüğüyle, o inşaatı bitirmek için çalışan işçilerin beden gücü bir eşitlik doğurur. Eğer o işçi yoksa hiçbir çizim hayat bulamaz toprakta.

Kadına şiddet konusu üzerinde yoğunlaşarak şiddetin kaynağını ve devletin çizgisini irdelemeye çalıştım. Görüldüğü gibi kadına karşı şiddetin çözümü genel olarak şiddetin kaynağını ortadan kaldırmaktan geçiyor. O da iktidar hırsı… İktidar hırsı bir kelebekte olsaydı; inanın, bir kanat çırpışıyla dünyada fırtınalar kopardı.

Doğan Özcan

Editör

www.hayatadokun.net 'ten alınmıştır.

Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider