Söz Verdik mi?


Türkçenin gelişmesinde katkıda bulunan bir kurum vardır. Bu kurum latin harflerinden oluşan 29 adet sembolün belirli kurallar ile yan yana gelerek kurulan yapıların kuralları ile uğraşır. Dikkat çekmek istediğim ise, düşüncelerimiz neden Türkçe? Burada doğmuş olarak, zihnimizin geliştiği süreç içerisinde duyduklarımızdan elbette.



Fakat, gerçek ve gerçeklik arasında uzun bir tartışma farkı olsa da, belli ki ağaç bazen agaçtır. Dil kullanma sebeplerimizden bir tanesi de bu değil mi? Diline göre değişir tabii. Hangi dil içerisinde, nasıl ifade edileceği, sosyo-kültürel evrimler sonucunda bugünkü haline ulaşır. Arapların ağaçları ile amerikan yerlilerin ağaçları farklı mı? Cevabını veremediğim bir soru işte burada. Kim biliyor? Kim kimin ağacını anlıyor olabilir?


Halen iletişimin çok basit bir şey olduğunu, fakat insanların bu süreci zorlaştırmak için ellerinden geleni yaparak, kendi egolarını korumaları ve kendini değerli görmeleri nedeniyle, ulaşılmaz olmayı tercih etmeleri bir yana, kimin hangi kelimeyi neden kullandığını bilmesi üzerinde konuşmak ise bir muamma. Bu durumdan mütevellit her beynin, bu kelimeleri nasıl kodladığı da bir bireyin kendini ve etrafını fark etmesi ile çok derinden ilişki içerisindedir. Haliyle, birine kadın dediğiniz zaman çoğu insanın kafasında uyanması gereken şeyler farklıdır. (uyanmamasının da doğal olduğu kadar)  Dikkat çekmek istediğim problem ise, sizin daha kolay tahmin edilebilir vatandaşlar olmanız için, hangi kelimeleri nasıl seçmeniz gerektiği ve kullandığınız kelimelere göre karakter analizlerine uzanan derin bir yelpazenin olması. Ağzına sıçayım ile merhabalar Fikret beylerden tutun da, ‘off bu yüzücü çocuklara bak, nasıl taşlar, ne yerim, yutarım bu erkekleri’’.  Siz insanların genel konuşmasından toplum içerisinde seçmemesi gereken kelimeler (bunlar neden hep cinsel içerikli? insanın poposu ve cinsel organı ile olan sınavı nedir?) yaratıyorsunuz. Ve ortaya çıkan bir fikir çöplüğüne dönen toplum içerisinde bir tutam ifade için çırpınıyorsunuz. Bu noktada dediğim problemi iliklerimize kadar yaşıyoruz. ‘’Ee tam olarak ne demek istedi bu’’

Insanların dengesizliğe olan özlemini belirttiğim daha önceki yazılarım olmuştu. Kendimi tekrar etmek istemem, zira konumuzun bütün bir fikri yine dengesiz olarak, bilinçsizce konuşmaktan kaynaklanıyor. Bu evrensel de bir problem olma özelliği taşır bu sebeple. Ne düşündüğümüzden emin olmadığımız bir şekilde, hangi kelimeleri neden kullandığımızı (bazen tesadüfi olmakla beraber) fark etmeden konuştuğumuz mutlaka oluyordur. Yani bir bireyi tanımak için en iyi yollardan biri, dinlemekten ziyade, karşı taraftan gelen eylemler ile genel bir tablo içerisinde düşünmeyi gerektirir. Kimin birini tanımak için vakti var ki? Herşeyin ucuza, çok hızlı ve vaktinde yapılması gerektiğine inandığımız bir toplum içerisinde yaşarken, karşı tarafta ki insanların (sizden uzakta veya) hangi koşullar içerisinde, hangi tepkileri neden verdiğini, bir kere olsun merak edip düşündünüz mü? Hayır. Bunu kimsenin yapacak vakti yok, egosu yok veya sevgisi, merakı yok.

Bu sebeple, sadece size ilkokulda öğretilen öğretmen saçmalıkları ile ezber yaşayıp, üzerinize düşen rolleri benimsemekten mutlusunuz. Bu nedenle insan sevdiği için her şeyi yapabiliyor. Aynı kadın için her akşam bir sokakta ağlayan, bağırıp çağıran biri hasta olurken, bunu yapabilen sanatçılar romantik olabiliyor. Iyi bir kavram karmaşası örneği değil midir bu?

Kendisi ile olan problemlerden kurtulup, hiç değilse kendi bilincini fark etmeden once, biri için bir sıfat kullanırsanız, bir gün yanılabilirisiniz. Aileniz bile yanılabilir sizin hakkınızda. Daha siz yazmayı bitirmemiş olduğunuz hikaye içerisindeyken, tam olarak bir hikaye bitmeden sonunu sizin için yazacak insanlar olacaktır çünkü türkçe tam olarak böyle bir dil olma özelliğine sahip.
Özne nesne ve yüklem. Hayatınız, sizin yada başka birisinin neyi, nasıl yaptığını anlatmakla geçecektir. Sadece yürekten sizi tanımak ve sevmek isteyen insanlar, etrafınızda kalıp sizlere inanmak istediklerinde, ne olur bunun bulunmaz bir şans olduğunu unutmayın. Belki o zaman dil konuşmayan canlıları bile öldürüp yemek istemeyebilirsiniz. Sizin nasıl konuşmanız ve cümle kurmanız gerektiği, size otoriter bir yapı ile sunulsa dahi... En iyisini siz bilecek ve uygulayacaksınız. Hata yapacak, frontal lobunuz ne kadar küçükse her şeyi deneyerek öğrenmek isteyecek ve devam edeceksiniz. Konuştuklarınız ve yaptıklarınız arasında bir uçurum varsa, tekrar düşünün, söz vermiş miydiniz?

Okan Yaşarlar

www.hayatadokun.net ' ten alınmıştır.

Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider