Pozitif Ayrımcılık = Pozitif Tecavüz = Küfür


Bilinçli olarak ayrımcılık yaptığını iddia eden herkes, aslında eşitlikçi ve mantığa dayalı bir düşünceyi ileri sürdüklerini sanıyor olsa da...

Her şeyin azı yarar, çoğu zarar ile dünya ne dönüyor ne de doğanın dengesi hemen hemen bu mottoya göre kurulu. Canlılar, ya da ölüler bir şekilde bu düşünceye ya da kanuna göre evrilmediler. Öncelikle bunu en baştan kabul edelim hep birlikte. Her şey her dakika içerisinde çok ilginç şekillerde hep değişen bir ritm takip etmiyor. Kocaman bir süre zarfı içerisinde ufak ufak değişiyor. Odaklanmak istediğiniz her dakika ya da her saniye içerisinde sizin bu süre içerisinde gerçekten bulunduğunuz kadar değişebilir her şey. Ömürler geçmek bilmiyorken ölmek bazen milisaniyeler ile hesaplanıyor. 1 mermi ile ya da 10 yıl şoför olarak kaza yaparak ölmek hemen hemen aynı. İlerleyelim.


Kültürler içerisinde bulunan ayrımcılıkları herkesin bilip başını önüne eğdiği konuşamadığı utandığı sıkıldığı bir çok konu var. Fakat bilinçli olarak bir bireyi toplumdan atarak daha eşitlikçi yaşayacağımızı düşünmeye kadar iten bir de olumsuz bir süreç var. İyi de, topuklu ayakkabı giyerek balolarda partilerde ruj sürerek bilinçli olarak pozitif ayrımcılık yapmak ne kadar embesilce bir duruştur. Ne zaman topluklu ayakkabı ayak-bacak- omurilik için sağlıklı bir ürün oldu. Sigara içenlerde ayrımcılıktan bahsetmesinler, fakat herkes kapalı alanlardan kendini bilinçli olarak ayırıyor zaten. Kimse zehirlenmesin. Konu sağlık olunca herkes bir diğerine zarar vermek istemiyor. Konu sağlıksız yaşayıp sağlıklı fikirler düşünmeye en azından daha eşitlikçi yaşamaya dönünce ahkam kesmek toplumda herkesin sevdiği bir şey. Geriden gelen bir düşünce, geriden gelen bir zeka. Kendini bir dakika içerisinde gerçekten ciddiye alan geri-zekalı bir durum.

Ben bu gerizekalı durum ile erken yaşlarda tanıştım ve ilk defa olmamakla birlikte ruhani olarak bir tecavüz yaşadım. Sokaklara çıkıp bağırasım bile geliyor ara sıra. Yaşadığım ülke içerisinde fikirlerimi yansıtmayan, bana konuşma hakkı vermeyen ve nasıl giyinmem gerektiğini bana öğreten insanları sınıflandıran bir sistem içerisinde yaşamak zorundayım. Herkese yapılmıyor bu. Kendi ayırdıkları bir grup var. Bu grubun içerisine biraz daha yakından baktığınızda kendi aralarında çok ilginç diyaloglar kültürel dogmalardan hakeret eden bozuk yapıları görüyorsunuz. Bu dogmatik ve kültürel yapılara saygı duyarak her cinsin eşit olmasını bekleyerek de ömür geçmeyektir. Uyanın geriden gelen zekalı insanlar. Problem zaten başta kültürel dogmalara dayanan gruplaşmaların insanlara direttiği şeylerde. Içinizde bir korku yaşıyor konuşurken tartışırken sıkılıp kendinizin inanmak istediği her şeye inanarak takip etmek istediğiniz her fikre birer kanca atarak dalgın zaman denizinde sabit durmaya çalışsanız da siz de o mutlu insanlardan daha çok geride bir yerlerde kaldınız. Kültürler ile problemleri de olan herkes devam edebilir, o halde ben de etmek durumundayım.

Biz bir grubun içerisine derinlemesine bakınca, o gruba bağlı olmasak da dalgalanmalarının insanlara nasıl ulaştığını takip etmeye devam edelim. Erkek-Kadın problemi gün yüzüne çıkıyor. (şimdi neden erkek önce neden kadın sonra, bu benim klavyeyi tutuşumdan kaynaklanıyor bu konuda alt egomda hayallerim ve baba figürümü incelemek isteyen buradan sonra okumayı bıraksın) Evet kadın-erkek problemini  tartşıyoruz da ortada bir problem yok inanın. Ortada bir sorun yok herkes çok mutlu hayatından işte. Ayrımcılık cinsiyetten çok daha öte bir problem olarak direkt kişilerin benliğine ve varoluşlarına saldırıdır çünkü. Ayrımcılığın her türlüsü her dozu, her uygulanış şekli eşit derecede iğrenç bir tutumdur, büyük bir bencillik olup çok adice bir duruştur. Ben tecavüze uğrayan insan ile tecavüz eden insanı aynı gözle görmeye devam edeceğim. Birine kızmayacağım, birine de üzülmeyeceğim. Durumu analiz edip bu insan davranışlarını inceleyip olabildiğince yalın anlatmaya açıklamaya çalışıp konunun uzmanlarını okuyup herkesle paylaşacağım. Öbür türlü hapishanelere tecavüz suçundan yakalanan herkesin başına gelenlerden sonra derin bir ‘’Oh!’’ çekmiyor muyduk hepimiz, şimdi elinize silah alıp insanları kendi kültürünüze göre sorgulayıp ağzı ile dondurma yiyen insanları da vurmanın ne farkı var!?


Problem ayrımcılık problemi çok içeride insanın benliğinden gelen yetiştiriliş şekliyle gelir. Ben de taciz ediliyorum sokakta milyon kere, fakat bu benim başkalarının saçma sapan görüşleri için sinirlenmemi ya da onlardan nefret etmemi sağlamıyor. Iş fiziki bir noktaya gelirse, gerçekten iki üç kişiden fazla olan bir topluluğa, elinde silah taşıyan birine karşı koyamam. Olan olur. Ne bu korku ile sokakta yaşıyorum ne de ben insanların kültüründeki yanlışları yaşamak zorunda kalıyorum. Sadece yaşıyorum, herkes kadar çabalıyorum ve deniyorum. Fakat bir gün duyduğum bir cümle beni ilk defa saçlarımdan ya da düşüncelerimden ötede bir yerde delip geçti.


Harika ve etkileyici bir cinsel aktivite hayatı geçirmeme rağmen, asla ve asla bir partnerim ile paylaşacağım yakınlaşmaları ne duyduklarımdan ne de gördüklerimden etkilenerek yaşamayı tercih edeceğim. Dolandırmadan açık ve net yazmam gerekirse, bana hayatımda kimse nasıl sevişmem gerektiğini öğretmese de kendi merakım ya da özel ilgi alanıma girmese de eminim ki ben partnerim ile bir şekilde ortak birliktelik anında birbirimizi paylaşabiliriz, bunun için çok aşık olmak ya da çok sarhoş olmak zorunda olmasına gerek yok kimsenin. Tercih meseleleridir her şey. Istediği gibi herkes her şeyi yaşasın diyerek kimse birbirini öldürmesin ile hayat geçmeyecektir. Haliyle, bilinçsiz büyütülerek de hayatımda hiç kimsenin bana (erkek) “Arkadaşlar, yeni karar çıkmış artık biz her şekilde partnerlerimizin deliklerine ejeküle olabilirmişiz.” de demedi!

Diyen kültürler, mutlaka olmalıdır bu topraklarda kız çocuklarını satan tüccar babalar var. Bu kültür Istanbul’ a gelince namus problemi ne zaman oluyor asla anlayamamışımdır. Devam edelim.

Ben bu rahatsız diktarejiminde, bizzat kadınların seçme kararları ve bir insana sırf varoluşunu cinsiyetine dayatıp bu noktada hukuksal bir karaları alan iğrenç fikirler için elimden geleni yaptım. Herkes gibi toplanıp bağırdık. Fakat ben gerçekten, bunu bir insanlık suçu olarak görmeme rağmen, bilinçli olarak insanların alanlara (erkek sokmuyoruz) dedikleri gün, bilinçli olarak kadın kolektif örgütlerinin ne kadar geri-zekalı bir tutum içerisinde olduğu gerçeği çok içime dokundu. Ben hayatımda kimseye zarar vermeyi düşünmedim, kimse benim için ne kadın ne erkek olmuştu, ama ben erkek olarak dışlandım.

Çok düşünüyorum, uzun süredir, insanları bu noktaya neler getiriyor diyerek. O halde kadın olmadan asla, insanların bir kısmını anlayamacağım ve üzerime vazife olmayan işlere de bulaşmayacağım diyerek bitiremiyorum çünkü, insan olmak cinsiyetten de öte bir şey. Bunu rol olarak yapamadım hayatımda. Bana pozitif olarak tecavüz ettiler.


Kulak delmek, saç uzatmak erkeklere yakışmıyormuş. Asla umursamadım. Kendisini insanlar istedikleri gibi ifade etsinler deyince de öyle. Fakat sevdiği çocuk yüzünden saçlarını yolan kız arkadaşlarımın kavgaları da, karısını sokak ortasında kesen biçen insanda içinde bulunmuş olduğu öfkesini dışarı yansıtıyor. Bunun neresinde bir sınır olmalı? Neye göre nasıl yeni bir düzen oluşturmalıyız. Mutlaka zarar içermemesi gereken. Bu noktada da ilk yazımda bahsettiğim gibi kimseyi kendi kültürel dogmalarınıza ya da size doktrin edilmiş olan düşünceleri bir başkasına zarar vermek için kullanmazsınız. Ama benim giydiğim ayakkabı bile Vietnam’ da bir çocuğun ekstradan fazla eziyet çekmesi. Peki, onu ne o hale getirdi?


Ayrımcılık çok ciddi ağır bir konu. Önce kendi hayatlarımızdan başlayarak, kendi iç kimliğimizi oturtmadan kurtulamayacağımız olan. Kocasından tokat yemek ya da sevgilisi ile fanteziler kurup pişman kalmak, sonrasında kocası çalışmıyor diye boşamaklar...Uzar gider liste.


Üniversitede bir ayrımcılık sempozyumu olmuştu, katıldığım gün bir profesörün psikiyatr bölümüne mesup, bir konuşmacıyı “Yeter artık ama bak çok konuştun sen!” diyerek terslediğine şahit olmuştum. Sonra konuşmacılardan biri kendini öğretmen olarak tanıtıp yaklaşık 20dakika mikrofonu elinden bırakmamıştı. Konuşmacı olarak kürsüdeki psikiyatr öğretmenine şu soruyu sormuştum:

Siz az önce bir öğrenciyi susturup bir öğretmeni 20 dakika dinlediniz. Ben burada bir ayrımcılık görüyorum.

Salonda geçen tüm diyalogları yazarak, yazımı iyice kaptanın seyir defterine benzetmek taraftarı değilim. Aksine kaçıyorum fakat, bu duruma beni erkek olduğum için sokan insanlar olduğu müddetçe, gerekli olanı gereken yerde yapmak durumunda hissettim kendimi. Bir psikaytr doçenti bile, ayrımcılığı bu kadar azaltabiliyorsa kendi içerisinde...

Daha yolumuz çok uzun, yıkıp değiştirmek değil, koruyup uygulamamız gereken kültürleri herkese ulaştırabilmek için ise asırlar sürecektir.

“Bak Haşmet, sana da yapsam hoşuna gider mi?” diyerek bir eğitim vereceğine inanan insanlar, ancak hasta çocuklar yetiştirecektir. Hasta çocuklar ise dünya üzerinde strateji kuran herkesin çok işine gelir.



Tecavüz:

Namusa saldırmak, sarkıntılık,

Başkasının hakkında el uzatma,

Aşma, ötesine

Geçme anlamlarına geliyor.

Erkek ya da kadın yazmıyor. Namus denilen problemin de hangi kültürlerde neyi işaret ettiğine bakarak gerekeni yapsak?


Çok mu korkuyorsunuz?


-E siz limitlerinizi aşarak başka insanların yaşayışlarına nasıl dil uzatacaksınız, onlara tecevaüz etmeyecek misiniz?



Oooo!

Hayır!

Olayları istediği şekillerde görmek isteyen ve kendisine avantaj sağlayabileceği her şekilde kendini kandırabilen yaşayanlar olduğu sürece.

Hayır.

Okan Yaşarlar

www.hayatadokun.net ' ten alınmıştır.

Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider