BEKLEMEK


Yeni yeni eriyordu karşıki dağlarda kar. Güreşir gibi bakıyordu dağlar, ellerinde tuttuğu karlarla güneşe. Ne kadar çabalasa güneş, ışığı yetmiyordu dağların buzlarını eritmeye. Dağların bileklerinden damlıyordu, ağır ağır damlalar.


Papatya tarlalarının ortasında, baharın gelişini izliyordum. Kıştan kalma ruhum, ne çok özlemişti bahar çiçeklerini. Sisli havalardan, hiç kesilmeden yağan karlardan sonra ne kadar hoş gelmişti bahar. Kış mevsimiyle temizlenen toprak bembeyaz papatyalarını çıkarmıştı, bahar hediyesi olarak. Basmaya korktuğum çiçekler içinde, değişmişti iç dünyamda, dünyanın yüzü. Ne kadar hassastı tabiat. Bir beyaz halıyı andırıyordu şimdi dağların etekleri. Tepeleri soğuk olsa da, rengârenk ve sımsıcaktı dipleri.

Ruhumu dış dünyaya kapattığımda henüz küçük bir çocuktum. Kendi odalarımda kurdum en neşeli oyunları. Bazen sessizce oyuna girer, kızdırırdım arkadaşlarımı. Bazen de oynamaya alışık olmadığım oyunlardan kısa sürede atılırdım dışarıya. Pek de yenilgi saymazdım, kısa süren oyun denemelerini. Her oyun kısa sürerdi ne de olsa. Biraz sonra herkes dağılmış olurdu, akşamın koynunda evlerine. Annemin sesiyle, çok fazla dışarıda kalamazdım ben de istesem de...

Bazen, oyunları karşıdan izlemek daha zevkli gelirdi. Ama iş çiçek toplamaya gelince durum değişirdi. Ben de katılırdım papatya toplamaya giden çocukların içine. Hangi papatya daha büyük ve güzel diye düşünürken ben, şimdi bütün papatyaların aynı olduğunu anlıyorum hayat tecrübemle. İyi olanın, ona güzel bakan gözlerimiz ve yüreğimiz olduğunu fısıldıyor, eleğinden geçtiğimiz acı tatlı hatıralar. Çok beklemeyip bir çiçek demeti yapıyorum bahçeyi dolduran beyaz papatyalardan.

Hayallerimi süsleyen tahta kapı gıcırdıyor, başımı yasladığım toprağın içinden. Yeşil çimler içinde, yavaşça açıyorum, geleceğe araladığım bakışlarımı. “Ben, en çok papatya mevsimini bekledim!” diyorum hiç yaşanmamış zamanlara, çocuk halimle. Ruhum ve papatya kokusu hiç değişmeyecek biliyorum. Büyümemi bekleyen yılları şimdiden hüzünle uğurluyorum ve biraz özlem sarıyor bedenimi. Gecelerce, gündüzlerce, bazen hiç durmadan; hüngür hüngür ağladığım, b/eşikte zamanlarım anlatıyor en iyi, “beklemenin” ne demek olduğunu. Neyi ve kimleri beklediğimi bilmeden, siliyorum en ağır yaşları minik bedenimden. Bir türlü anlamıyorum, büyüdükçe yaşlarım kadar, yaşadıklarım kadar, hızlı akmayan gözyaşlarımın sessizliğini. Büyüdükçe kuruyan yanlarımı kimseler hatırlatmıyor bana. Papatya tarlalarından geçmiyor büyüklüğüm. Anne! Ben çocukluğumla küs müyüm?

Beklemek! Çocukken bir taşın üstünde, güneşle göz göze... Beklemek! Bir bankın üzerinde, sıra sıra insanlar içinde... Ve uzunca beklemek, sevdiğimiz insanların hayaliyle diz dize... İzini sürmek mutlu zamanların. Ve gelmeyeceğini bile bile, eski mevsimlerin... İnatla beklemek, aşkla beklemek. Oyuna alınmadığımız zamanları bile... Ne zor şeymiş beklemek, geçmişten kurtulsak bile, geleceği istemek, geçmişin bittiği yerde...

Hızlıca kapatıyorum, çocuk cıvıltıları içinde bu defa geçmişe götürdüğüm çocukluğumu. Bir dantelle örtüyorum, tozundan hiçbir şey eksilmeyen beklemişliğimi. Yine bir kapı gıcırtısı duyuluyor toprağın içinden. Yeşil çimler, hafif bir rüzgârla sallanıyor sadece...

Papatya kokulu düşlerin içinden, bir gül gibi bitiyorum, yüreğimi topluyorum köklenmiş toprağın üstünden. Yeniden başlamanın adı oluyor papatyalar, tertemiz bir hava soluyorum yüreğimin derinliklerinden. “Artık renklenme zamanın geldi.” diyor güneş, mevsimler değişiyor, tıpkı geçmişim ve geleceğim gibi. Her şey değişiyor, dağların zirvelerinde erimeyi bekleyen karlar dışında... Güneşin elleri, zirvelere değmiyor. Yetmiyor sıcak zamanlar, içimde soğuyan ateşi ısıtmaya. Dağların zirvesinde, bir çocuk üşüyor. Ben her yeri ve her şeyi merak ederken ve keşfetmeyi isterken, annem:
- Dönüş yolunu bilmediğin yerlerde dolaşma, diyor oyuna her daldığımda. Gitmek kolay, dönmek zor olsa da vazgeçmiyorum yol almaktan. Önce kendimden, sonra kendime... Başlangıçta telaşlı, sonra yorgun... Çok mu koşmuşum, çok mu sürmüş yolculuğum? Hangi durakta ya da etekte bilmem şimdi! Sen söyle! Nerde çocukluğum?

Papatya mevsimi veda ederken çocukluğuma, gençliğim bir demet gül dolduruyor hayal odasındaki vazoya. Suyu bittiğinde değiştirmek için her odaya girdiğimde hiçbir şeyin bitmediğini söylüyor, hâlâ taze güller... Her şey yenileniyormuş hayal dünyamda meğer anlıyorum! Çocukluğuma olgun gözlerle bakıyorum...

Hiçbir şeyin bitmediği bir geceden, her şeyin değiştiği bir sabaha, yine bekleyerek uyanıyorum. Beklemek! Papatya kokulu düşlerin içinden, kendine bir kader seçmek...

Kimseler bilip söyleyemedi, bekleyene kader güler mi?

Bir durakta bekler gibi... Ellerimde tuttuğum papatyalar, başlarını kaldırıp aynı şarkıyı söyledi...

"Tertemiz yüreği bulmak istiyorsan, tertemiz olmalı yüreğin..."

Güldü rüzgâr, şiddetini saklayıp. Doğru yönden esti işte yine rüzgâr. Kopkoyu bir beklemek kaldı geriye. Kim bilir, belki de artık geride...


Şule Meryem Canpolat
www.hayatadokun.net 'ten alınmıştır.

Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Tarihsel Süreçte Kadın İstihdamı