Kırık Gözlük: Mükemmel Dost


Bütün geceyi yazma aşkıyla tutuşarak geçirdim. Yazmak istedim, yazamadım! Bu duyguyu
bastırıp yok etmek istedim, başaramadım!

Yazmak için illa ki bir konuya gerek olmadığını düşündüm sonra. İçimden geldiği gibi...
Bir gün batımında, kızıl gökyüzüne doğru savrulan yapraklar gibi... Öylesine yazmak
istedim ilk defa. Hiçbir şeye bağlı kalmadan... Sonra durup düşündüm beni ben yapanları.
Dostluklarımı... Dost dediklerimizin kimi zamanki maneviyatının derinliğini, kimi zamanki darbesini...


Yıllar önce olanları düşünüyorum, sonra dönüp bugüne bakıyorum. Bazen karşılaştırma
yapıyorum, bazen de sırtımdaki izleri inceleyip gülüyorum.

Neden mi? Çünkü biliyorum ki ister uzun yıllar geçmiş olsun, ister çağ değişmiş olsun; ister
kişiler değişsin, ister mekânlar farklı olsun, hiçbir şey fark etmez! Çünkü... Çünkü biliyorum
ki insanoğlunun kökeni tek!

Kime sorarsan, kiminle konuşursan mükemmel olandır o, iyidir o, kalbi sevgiyle doludur. O,
kimi zaman gece gökyüzünde kayan bir yıldızın mutluluğudur, kimi zaman da şarap rengi
denizin verdiği huzurdur.

Ben 12 yaşındayken elime geçen bir kartpostalda "Gerçek dostluk zor günlerde uzanan
yardım elidir." yazıyordu ve kelepçeli bir eli sıkan başka bir elle simgeleştirilerek inceliğini
anlatmaya çalışıyordu. Hâlâ saklıyorum. Büyüdükçe, yaşadıkça, bana tecrübe katan olaylarla
bunun ne anlama geldiğini nefes aldıkça daha iyi anlıyorum.

Hayatta kusursuz değiliz elbette hiçbirimiz. Mükemmel de değiliz. İçimizde hâlâ küçük de
olsa kırıntılar barındırdığımıza inandığım insanlarız bizler sadece, ama… İşte her şey bu
küçük "ama"da ve derinliklerde...

Bir pazar öğleden sonrasının verdiği huzuru arıyoruz durmadan, insanı dehşete düşürecek
kadar büyük bir umutla. O tarifsiz dinginliği bulmak istiyoruz ki mutlu olalım. Başımızı
yaslayabileceğimiz omuzların sıcaklığını hissedebilelim. Ve bunu; evrenin bize kasvetli,
boğucu, bulutlu bir pazartesi sabahını armağan edeceğini bile bile... Umut ediyoruz işte belki
bir gün gelir de bizi şaşırtır diye. Çünkü çok iyi biliyoruz ki bizi yaşatanların küçük umutlar
olduğunu.

Bazen yanıldığımızı anlıyoruz. İşte en acı olanı da bu değil mi zaten? Canını en çok
yakan... Günü geldiğinde sırtında bir çizik daha açan, belki de kabuk tutmuş yaranı açmakla
yetinmeyerek, daha da derinleştiren... Ah, pardon, o mükemmeldi öyle değil mi; sen hatalı,
anlayışsız, (belki de) ikiyüzlü, beş para etmezin tekiydin. Baksana, herkes onun yanında!
Ama nedense o herkes aynı zamanda seninde yanında. Eeee, bu çelişki neydi şimdi? Senin
de, benim de, onların da aynı kökenden gelmiş olmamızdan dedim ya biraz önce. Anla işte!
Öyle ya da böyle acı çekeceksin. Onlar seni infaz ederken, sen de onları acımadan darağacına çıkarıp, sehpayı düşünmeden iteceksin. Yıllar sonra dönüp baktığında, anılarını hatırladığında ya "Çocuktum." diyeceksin ya da "Fazla gençtim." Belli bir süre temkinli davrandığın halde bir gün aynı hatayı yeniden yaptığında-benzer olayları yeniden yaşadığında yüzünde oluşan ifade, küçük bir gülümsemeyle, acını yok etme çabasından ibaret olacak ki bu, kalbini daha da körleştirecek! Sonra... Sonra insanlar “Neden bu kadar katı bir kalbin var?” diye sorduğunda, yine sadece gülümseyeceksin. Kalbini körleştiren insanları anımsayacak ve içten içe “Ah!” çekip uzaklara dalacaksın.

Ve bunun bir başlangıç olduğunu bile bile yine aynı yolda adım atmak için yürüyeceksin;
yüzünde gülümseme, sırtında kanayan yaralarınla, öylece yürüyeceksin işte.

Hazal Yönet
www.hayatadokun.net ' ten alınmıştır.


Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider