Uyanmak İçin




İnsanlar arasındaki eşitliği sağlamaya çalışmak için tarih boyunca ne mücadeleler verildi. Özgür olma hakkını ve eşitliği bizlere sunduklarını söyleyenlerin sözlerine de nicelerimiz kandı. Sistem özgür köleler yarattı. Aslında hepimizi görünmez kafeslerin içine hapsetti. Kafesleri olmayanlarla özgür sandık kendimizi. Görünür kafeslerin içindeki tutsaklara üzüldük. Sistem halimize şükretmeyi emretti. Şükrettik. Oysa hepimiz tutsaktık. Çalışıp para kazanırken kendimizi özgür sanıyorduk. Değildik. Birileri daha çok kazansın diyeydi. Hak ettiğimizin çok altında paraları bize “sus payı” olarak dağıtırlarken şükrettik. Ancak kazanan biz değildik. Her gün bir parçamızı yok etmek içindi. Sevgiyle işleyeceğimiz ve bir arada özgürce yaşayacağımız toprağımız olmasın diyeydi.


Bizi kafeslere mahkûm etmek de yetmedi sonra. Bizi renklerimize göre sınıflandırdılar.
Dillerimize göre isimlendirdiler. Farklılıklarımızı tehdit saydılar. Çoğumuz anlamadık
bu oyunu. “Öyle ya” dedik. Üstün ve çok olan kimse onun sözü geçmeliydi. Haklılığı
güç belirlerdi. Herkes güçlü olana itaat etmeliydi. Ona tabi yaşamalıydı. Birkaçımız bunu
reddettik. Reddettikçe de ötekileştirildik. Sınırlar vardı. Dünyaya uzaydan baktığınızda
aslında olmayan… İnsanlar ayrı yaşasın, birbirine kavuşamasın diyeydi. Birbirini tanımadan
düşman olsun istedi sistem. Yönetmek kolay olacaktı böylelikle. Sürekli tehdit altında
yaşadığımız hissini verdiler bize. Yok edilmesi gerekenler vardı. Sırf bizim ‘özgürlüğümüz’
için… Özgürlük bir arada yaşamak değildi onlar için. Özgürlük sermayenin rahatça dolaşması
ve insanlığı köle haline getirmesiydi. Bize tarih boyunca hep yalan söylediler. Herkes ‘üstün’
ırktı. Ancak atladıkları çok önemli ve görülmesi çok basit bir özelliğimiz vardı. İnsandık.
Ve hepimiz aynı yaşam döngüsü içindeydik. Nasıl olduğunu bilmeden birbirimize düştük. Düşürüldük.

Düştüğümüzde elimizden tutup kaldıracak dayanışma ruhunu yok ettiler sonra. Böylece
zayıf olanın yaşama şansını ortadan kaldıracaklardı. Dayanışma ve direniş ruhu, kurmayı
planladıkları karanlık düzen için tehditti. Böyle olunca da insanların birbirine sevgiyle
sarılmasını değil, boğazlarına sarılıp birbirlerini yok etmesini uygun gördüler. Tıpkı iki
insanın arasını bozmak isteyen kötü niyetli birinin yaptığı gibi… Her iki insan için kötü
düşünceler aşılayıp sonra birbirlerinin arkasından konuştuğunu ve neler söylediğini uydurup
iki insanı birbirine düşman etmek gibi… Sorgulamayan, konuşup anlaşamayan günümüz
insanlığını en kolay birbirine düşürme yöntemiydi. Bunu ülkelere ve halklara da uygulamak
hiç zor olmadı. Sonra kanla ve silahla desteklediler bu oyunlarını. Artık düşmanlık için tüm zemini hazırlamışlardı.

Önce insanları bu kara propagandayla ayırıp sonra devletlere silahlar sattılar. En gelişmiş
savaş makineleriyle donanan devletler bizlerin “özgürlüğü” için savaşa girdi. Her bombayı
çıldırasıya alkışladık. Öldürüldük, öldürdük. Ölümü yücelttik. Ölenleri ve öldürenleri
kahramanlaştırdık. Yaşam döngüsünü doğal olandan çarpık olana çevirdik. Hiç düşünmedik.
Tanımadığımız, hayallerini bilmediğimiz insanların ölürken neler düşündüğünü. İnsan
olmanın erdeminin her şeye rağmen, birbirimize sevgiyle sarılmak olduğunu bir an olsun
aklımızdan geçirmedik.

Türkiye insanı da sistemin bu kanlı, kirli çarklarından nasibini aldı. Katliamlar görmezden
gelindi. Yok sayıldı. Farklı etnik kökenden insanlar devlet için en büyük düşman oldu. Dilleri
yasaklandı. Farklı mezhepten insanlar da unutulmadı. Katledildi, korkutuldu.

Devlet, tarih boyunca tüm katliamları yok saydığı gibi günümüzde de - devletin devamlılığı
ilkesinden olsa gerek - aynı yolu izliyor. Hatta yargıya intikal eden Sivas katliamı gibi
acı olayların failleri yıllarca süren davalar sonucu zaman aşımı ile aklanıyor. Daha yakına

geldiğimizde Roboski katliamı da yargıya bile intikal etmeden unutturulacak ve failleri
aklanacak. Sistemin kan dök, katilini koru, halkı sindir gibi komutlarının yerine getirenler
kapitalizmin hâkimiyetini daha da perçinliyor. Uykudaki Türkiye halkları, uyanabilmiş
olanların varlığına rağmen, bu hâkimiyete uyuyarak destek vermeye devam ediyor.

Savaşmayı tarih boyunca marifet saymış, kendi ulusunun egemenliğini kardeş ulusların
üzerinde görmüş bir toplumun, kapitalizmin kalesi devletlerin bol salyalı savaş naralarına da
kapılması işten bile değildi elbette. Dolayısıyla savaş, günümüz geri kalmışlığının da önemli
sonuçlarından biri… Geri kalmışlık, sistemin bir diğer hareket rahatlığı sağlayıcılarından
biri… Geri kalmış ve aç bırakılmış toplumları, günümüz iktidarları bu sayede avucunun
içine alabilmektedir. Savaşarak, daha doğrusu savaştırarak sınırları dilediği gibi şekillendirip
yönetilmesi kolay haline getirmekte kapitalizm... Bu yaparken en büyük destekçisi ne kadar
gariptir ki bu savaşlardan, kıyımlardan en çok mağdur olacak ülkelerin iktidarlarıdır.

Bütün bunlar bir oyundu. Ve hepimiz aynı oyuna geldik. Hiçbirimiz bu oyunu tersine
çevirmeyi, direnmeyi, sistemi yıkmayı düşünemedik. Sistem neye isterse ona karşı durduk.
Asıl yapılmak istenenin bizleri birbirimize düşman etmek olduğunu ve sürekli bir endişe
içinde yaşamamıza neden olmak istediklerini görmedik.

Paranın imparatorluğu temellerini sağlamlaştırsın diye buyurun, görmemeye ve anlamaya
çalışmamaya devam edelim! Ya da bir an önce şu derin uykudan uyanalım.

Doğan Özcan

Editör





www.hayatadokun.net ' ten alınmıştır.


Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider