Özgürlük Daima


İnsanlar tercih ettikleri yaşam tarzlarını özgürce uygulayabiliyor mu? Tercih ettiğimiz yaşam tarzları başkalarının yaşam alanlarına zarar vermediği müddetçe bireysel özgürlüğümüzün temelidir. Birileri o özgürlüğü dinin, resmi ideolojinin emrettiği doğrultuda ne hakla şekillendirmeye kalkabilir? Cumhuriyet tarihi boyunca hayat tarzına müdahale şekli ve yöntemi değişikliklere uğramış olsa da halen devlet eliyle sürdürülmektedir. Geçtiğimiz dönemlerde hatırladığımız gibi Tophane’deki resim galerisi saldırısına benzer başka kitle eylemlerini de destekler bu baskı düzeni. İmam öyle yaparsa, cemaat de böyle yapar çünkü.


Bir bira markasının sponsor olduğu müzik festivalinde içki satışının yasaklanması güncel
bir yaşam tarzı müdahalesi örneği. Türkiye’deki bazı il ve ilçelerde içkinin yasaklanması
da bu müdahale kapsamında. Özgürlük anlayışını sadece din temeline indirgemiş anlayışın
yine din odaklı yasaklarını izliyoruz son günlerde. Bir kadının bebek sahibi olma kararını
da devlet alabiliyor artık. Hatta bebek sahibi olmaya karar vermiş kadının doğumu ne
şekilde yapacağını da devlet karar veriyor. Bu duruma nasıl geldik, diye dövünüyoruz. Ama
bilinmeli ki bu devletin kuruluş düzeninde yaşam tarzlarına müdahale hep oldu. Yönetimdeki
insanların hayat görüşlerine göre farklılık gösteriyor sadece. Resmi ideoloji sabit… Baskı ise
yönetimdekinin uygulayışına göre değişken. İşin özeti; çarşafı zorla çıkartmakla, çarşafı zorla
giydirmek arasında bireyin özgürlüğü temelinde hiçbir farklılık yok.

Sosyal devlet, bireyin özgürce yaşaması, sağlık ve eğitim gibi sosyal gereksinimlerini
serbestçe sağlayabilmesi için vardır. Laik devletin ise bireyin tercih ettiği dini inancı özgürce
yaşayabilmesini sağlaması gerektiği gibi, bir dini inanca bağlı olmayı tercih etmeyen
bireyin de bu özgürlüğüne müdahale edilmesini engellemesi gerekmektedir. Demokrasi
de işte bu iki ayağın temelini oluşturur. Bizim gibi demokrasinin var olmadığı ülkelerde
sosyal devlet de laik devlet de sağlıklı işleyemiyor işte. Yıllarca laik devlet dini yaşayışa
engeller getirdiğinden günümüzde hem ortadan kalkıyor, hem de yerine muhafazakâr bir
çatı inşa ediliyor. Sosyal devlet de halkın taleplerine cevap vermiyor ve hatta bu talepleri
tehdit olarak görüp sindirmeye çalışıyor. Bütün bu sonuçlar ülke insanın, demokrasisi için
mücadele vermemiş olmasından kaynaklanıyor tabii ki. Bütün farklı inançları, kültürleri,
kendininkinden farklı yaşam tarzlarını bir renk, bir güzellik olarak sayamadığı için farklı
olanla çatışma ihtiyacı duyuyor. Devleti yöneten zihniyet ne olursa olsun, işte bu çatışma
ortamı devleti ayakta tutmak için kullanılıyor.

Hoşgörü toplumu olduğumuz söylenir. Farklı yaşam biçimlerine, inançlara karşı
hoşgörülüyüzdür. Ama hoşgörünün kelime anlamı, aslında farklılıkları bir sorun olarak
gördüğümüzü gösterir. Çünkü hoşgörü bir hatayı mazur görmektir. Farklılıkları hata olarak
görüp yüce affediciliğimizle o farklılıkların sırtını sıvazlayıp “Bir daha yapma evladım!”
diyerek babacan gülümsememizi takınmamızdır aslında hoşgörü. Ancak asıl yapmamız
gereken bireyin diğer özgürlüklere ve yaşamlara zarar vermeden yaşamakta olduğu hayatı bir
hak olarak görmektir.

Bu noktada bahsetmem gereken, boyun borcu olarak düşündüğüm başka bir konu daha var.
Eşcinsel bireyleri sapık, hasta vs. olarak niteleyerek onları yok saymaya devam ediyor bu
toplum. Dünyanın başka bir yerinde belediye başkanı seçilebilecek kadar sağlıklı sayılan
eşcinsel bireyler, bizim toplumuzda dışlanmaya devam etmekte. Eşcinselliğin bir cinsel
yönelim farklılığı olduğunu bilmiyorlar. Bilecek olsalar bile toplumun yüzyıllardır dayattığı
algıyı kafalarından silmeleri çok zor görünüyor. Devletse kimin erkek gibi, kimin kadın gibi
davranması gerektiğini zaten kimlik belgesindeki renk farklılığıyla dayattığından sıradan bir
insan için başka bir seçenek elbette ki mümkün olmamakta. Cinsel kimliğin bir tercih değil,
yönelim olduğunu bilimsel olarak kanıtlamış dahi olsak, kafalardaki kalıpları yıkabilecek gibi
görünmüyoruz.

Devletin yasakları, dinin buyrukları, toplumun tabuları derken özgürleşmek ne kadar mümkün
olacak, bunu bize zaman gösterecek. Bu sistem yıkılmadan bireyin asla özgürleşemeyeceğini
şimdiden söyleyebiliriz.

İçinde bulunduğumuz ay Müslümanlar için kutsal sayılan ramazan ayı… Bu ayın tüm inanan
insanlar için güzel geçmesini diliyorum. Umarım bu ay oruç tutmayı tercih edenin, tutmamayı
tercih edeni, herhangi bir dini inancı olmayanı baskı altında tutmaya çalışmadığı bir ay olur.
Ben bu toplumun kendi iç dinamiklerinin toplumsal özgürlüğü inşa edebilecek güçte olduğuna
her şeye rağmen inanıyorum.

Doğan Özcan
Editör



Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider