Cinselliği Tecavüzle Tanıma Travması

    


Küçük yaşta aşık olmuştu kız. İçinde çırpınan yüreği, aşkını gizlemesine engel olmaktaydı. Erkek de bu ilgiden memnundu. Bir günün tüm kurallardan muaf saatinde kızı evine çağırdı. Kız gitti. Ve tüm masumiyetiyle aşık olduğu erkeğin gücüne karşı koyamadı daha 17 yaşındaki bedeni. Bağırdı. Duyan olmadı. Erkek vahşice arzularını tatmin ederken, kız “Sonra ne olacak?” diye sorgulamaktaydı. Her şey bittiğinde erkeğin hayatı eskisi gibi devam edecekti. Kızın ise önündeki sorunları kimse tahmin bile edemezdi. Çünkü kızın yaşadığı çevre, muhafazakârdı. Kendine güvensiz, ataerkil yapıya bağımlı yetiştirilmesi, başına gelen olaya benzer örnek olaylara büyüklerin yaklaşımını biliyor olması, kendinin de anlaşılmayacağı korkusunu doğurmaktaydı.


Tecavüze uğrayan bir genç kıza sorulan ilk sorunun “O saatte ne işin vardı dışarıda?”
olmasından anlaşılacağı gibi, kadının doğduğu gün “suç işleme “ potansiyeline sahip olacağı
anlayışının hakim olduğu bir toplumdan bahsediyoruz. İşte o toplum çocuklarını yetiştirirken kızların cinsel gelişimini cezayla, erkeklerin cinsel gelişimini ise ‘övünerek’ sağlıyor. Erkeğin ilk kız arkadaşı evde coşkuyla kutlanırken, kızın bir erkekle selamlaşacak olması düşüncesi bile aile içi öfke sebebi oluyor. İşte bu basit denklemin bile farkında olmayan toplum, bu paradoksal yapıyı korumada ısrarcı olacak gibi görünüyor.

İlk paragrafta bahsettiğim kurgusal olay gibi çok sayıda vaka var dünyada. Peki, bu genç
kızların hayatları nasıl değişiyor ve gelişiyor? Örnek vakalardan gözlemlediğimiz ve bazı
itiraflarla öğrendiğimiz kadarıyla henüz çocukluk döneminde, ama cinsel gelişiminin
farkında olan tecavüz mağdurları, birbirinden farklı tepkiler gösteriyorlar etraflarına. Kimisi
hayat boyunca erkeklerden nefret ederken, kimileri de aşık olmak istese de bağlanma ve
geçmişte yaşadıklarına benzer bir olay yaşama korkusuyla herhangi bir ilişki yaşayamıyor.
Kimilerinin de karşı cinse aşırı arzular hissedebilmesi mümkün… Sözün kısası, sağlıklı
ilişkiler kurabilmeleri hiç de mümkün olmuyor.

Yaşananların bu denli soruna neden olması hiç şüphesiz, salt olayın sonucu değil. Ülkemizde
bu tip vakalar genç kadınlarımızın ya da kız çocuklarımızın aileleri tarafından gizli tutulur ve
mağdurlar, yardım alabilecekleri insanlara yöneltilmezler. İşte bu yüzden farklı karakterlere
özgü tepkiler oluşturulur, bunların sonucunda ise, kadının psikolojik sağlığı tamamen
tehlikeye girer.

Kişisel gözlemlerime göre, cinsel şiddetin çok farklı türlerine, farklı oranlarda maruz kalmış
genç kadınlar ve çocuklar, ilerleyen yaşlarda, ya fazla cinsellik düşkünü ya da tamamen
cinsellik düşmanı oluyorlar. Sonuç her iki durumda da vahim… Cinselliğe düşkün olması,
bilinçaltından gelen “zarar verme” iletisinin sonucu olarak tamiri imkansız hatalar yapmasına
neden oluyor. Yıllar önce yaşadığı tecavüz olayından kendini de sorumlu tutuyorsa hayatı
boyunca yaşayacağı tüm cinsel deneyimlerde pervasızca hareket edebiliyor.

Diğer klasmanda yer alanlar da erkeklere duyduğu soğukluğun sonucu olarak evlenemiyor,
evlense de cinsel soğukluğun sonucu mutsuz oluyor, hele ki gizlemek zorunda kaldığı
tecavüz olayını eşine de söyleyemiyor, söylemiş dahi olsa yapıcı bir karşılık alamayabiliyor.
Dolayısıyla bütün bunlar, tedavi edilememiş bir sorunun sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Her iki duygu haline de girebilmesi ihtimali de var. Ve bu da kızın bazı dönemlerde içine
kapanmasına bazı dönemlerde de fazlasıyla coşkulu bir şekilde yaşamasına neden oluyor.

Toplumu değerlendirmeye bir geri dönüş yapalım.

Toplumun, bekâret kavramına duyduğu aşırı hassasiyetin sonucu olarak genç kızlar,
yaşadıkları cinsel saldırıları, kendilerinin suçlanacağı korkusuyla gizli tutmayı tercih
eder. Gerçi ailelerine söyleseler de sonuç yüksek ihtimalle değişmeyecektir, toplumun
en küçük birimi olan “kutsal aile kurumu” kızlarını etiketlemeye ve onları baskı
yoluyla cezalandırmaya yönelebilir. Sonuç itibariyle yapılması gereken şey, toplumun
hassasiyetlerinin daha insani ve vicdani olmasını sağlayacak eğitim altyapılarına bir an önce
kavuşmaya çalışmaktır. Yoksa pek çok kızımız, kadınlık dönemini sağlıklı yaşayamayacak,
bu da aile kurumunun eğitici gücü olan kadının yetiştireceği çocuklara da olumsuz olarak
yansıyacaktır.

Öyle ki Türkiye toplumu, basit bir eğlence aracı olan televizyonda gördüğü sorun
irdelemelerini bile espri malzemesi haline getirebilecek halde… Toplum tıpkı etrafında olan
biteni anlayamadığı gibi televizyonda izlediği programları da anlayamayıp sorgulayamıyor.
Tecavüz konulu bir televizyon dizisi olan “Fatmagül’ün Suçu Ne?” yayınlanmaya başladıktan
sonra konuyla ilgili gereksiz şakalara gülen bir gruptan ve Fatmagül’e benzeyen şişme bebek
üretecek cinsel ürünler pazarının olduğu bir ülkeden söz ediyoruz maalesef!

Ancak her şey sahip olduğumuz kimliklerimizin farkında olmakla çözülecektir. Gücünün
farkında olmayan, hep birilerine bağımlı yaşamayı tercih etmiş insanlar, sorgulamayan, başına
gelenleri “kader” deyip es geçen bir toplum meydana getirir. Ciddi tüm sorunlar içselleştirilir.
Stockholm Sendromu işte böyle bir şey olmalı…

Keşke buraya gülüp eğlenebileceğimiz konularda yazacak kadar sorunlarının farkında ve
çözüm üretebilecek güce sahip bir toplum olabilseydik. Belki de “hayata dokun”mak işte bu
yüzden hayati bir gereklilik… Sizce de öyle değil mi?

Doğan Özcan
Editör
 www.hayatadokun.net 'ten alınmıştır.

Comments

Popular posts from this blog

Kadınların İş Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar – III: İstihdam Edilmiş Kadın İşgücünde Cam Tavan : (Glass Ceiling) Sendromu

Kadınların Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar - I: Cinsiyete Dayalı Sorunlar

Ayran da İyidir, Rakıdan Sonra İyi Gider